Türk tarihine baktığımızda asıl hedefinin batılı gibi olma veya batılılaşma olduğunu görmekteyiz. Osmanlı’nın 18.yüzyılın ilk yarısından itibaren belirginleşen Batılılaşma süreci Batı’nın özellikle askeri ve siyasal üstünlüğünün açıkça kabul edilmesiyle başlamıştır. Özellikle 1.Dünya savaşında kaybettiğimiz vatan toprakları yanında eğitimli ve üreten nüfusumuzdaki korkunç derecelere varan kayıplarımızın telafisi uzun yıllara yayılmıştır.
1940’lı yıllarından sonra savaşlar nedeniyle elinde avucunda kalanlarla hayatını idame edebilme derdine düşen ve bu nedenle tarım yoğun olarak çalışmak zorunda kalan nüfusumuzun yaklaşık yüzde sekseni köylerde yaşayıp yokluk,kıtlık,fakirlik çaresizliği ile uğraşır hale gelmiştir.
Nüfusumuzun bu fakirlik ve çaresizliğine ilave olarak uygulanan Tekelci Piyasa Ekonomisi ile ülkemiz kaynakları adeta talan edilip geri teknolojilere mahkum edilerek sömürülmüştür. 24 Ocak 1980 tarihinde alınan sembolik istikrar kararlarıyla nihayet Serbest Piyasa Ekonomisine geçme kararı alınmış ve 1983 yılında Rahmetli Turgut Özal döneminde uygulanmaya başlamıştır.
Ülkemizin Serbest Piyasa Ekonomisine geçiş süreci ile birlikte milletimizin bilindik bazı sermaye gruplarınca mahkum edildiği ilkel sayılabilecek teknoloji yerine çağdaş teknolojiye olan hasretini ve açlığını bir an önce giderme isteği ithalatın patlamasına neden olmuş, Batı taklitçiliği zirve yapmıştır. Bu dönemde tek kanallı televizyon yayıncılığının yerini çok kanallı yayıncılığının alması özellikle genç nesilde kıyaslama şaşkınlığı ve sebep-sonuç sorgulamasını beraberinde getirmiştir.
Televizyon yayıncılığının çok kanallı olması ile başlayan dizi ve filmlerdeki zengin-fakir ayrımı toplum kültüründeki erozyonun ilk nüvelerini vermeye başlamıştır. Televizyon film ve dizilerinde zengin üzerine Röpteşambır giyip eline viski kadehi alır,kadeh kaldırır, dostları ile yemeğini yer, zenginliğinin keyfini yaşar; fakir ise eline ve yemek masasının ortasına rakı şişesini koyarak dostları ile yemek yer fakirliğin keyfini çıkarır mesajlarına dönemin genç nesli anında reaksiyon göstererek nasıl olursa olsun bir an önce zengin olmalıyım düşüncesini ön plana çıkarmaya başlamıştır.
Bu dönemlerde sık sık “köşeyi döndü, malı götürmüş, devlet malı deniz yemeyen keriz, bal tutan parmağını yalarmış” gibi söz kalıpları sık sık duyulmaya başlanmıştır. Bunun ötesinde Rahmet Turgut Özal’ın “benim memurum işini bilir” sözü dillere pelesenk olmuştur.
Günümüze geldiğimizde ise yine sosyal medya ve televizyon yayıncılığı üzerinden erozyona uğrayan Türk; gelenek, görenek ve kültürünün bu kez tamamen parçalanma amaçlı çalışmalar içerisine girildiğini, genç neslin isyankar, tembel, asosyal, saygısız, milli ve kutsal duygulardan soyutlanmış hale getirilme çalışmalarına hız verildiğini izlemekteyiz.
Seksenli yıllardaki zengin-fakir ayrımındaki yöntemin bu kez sokaklara taştığını görmeye başladık. Yapılan kültür yozlaştırma çalışmalarında bu kez zengin gençlerin özel yatlarında, yazlıklarında, rezidanslarında, arabalarında sadece zevk için yaşadıkları, zengin olmak isteyenlerin ise bedenlerini sokaklarda sergilemeleri halinde zenginler tarafından fark edilip zenginleşebilecekleri algısı ile zehirlenen genç neslimizle yüzleşmeye başladık.
Genç neslimizin kültür yozlaşmasının örneklerini sokaklarda vücutlarını teşhircilik seviyesinde sergileyen ve zenginlerin ilgisini çekmeye çalışma mesajları vermeye çalışanları toplumun kültür virüsü olarak addedip tedavi etme maksatlı yasal tedbirlerin acilen alınması gerekmektedir.
Genç neslimizin kültür erozyonunun önüne geçilmesindeki en önemli faktör olan ve gençlerimizin mutlaka dahil olduğu milli eğitim sistemimizdeki bilinen ancak tedbir alınmayan eksiklikler ve aksaklıklarla ilgili şapkayı öne koyup radikal tedbirler almanın zamanı çoktan geçmiştir.
Genç neslimizin kültür erozyonuna karşı tedbir öngörüsü ile alınmaya çalışılan bazı tedbirlerden olan İmam Hatip Okullarının sayısının artırılması, yabancı okulların Milli Eğitim Bakanlığının eğitim denetimine tabi olmaları, eğitim müfredatındaki değişiklikler, bazı uluslararası sözleşmelerden çekilme, ebeveynlerin bilinçlendirilmesi gibi çalışmaların da fazla etkisinin olmaması dikkate değerdir.
Öncelikle milli eğitim sistemimiz içerisine yönetim ve eğitici kadroları ile sızmış ve kendilerini habis ur gibi gizleyen cemaat veya diğer yapılanmaların olup olmadığı konusu derinlemesine soruşturulmalı ve acil tedbirler alınmalıdır.
Netice olarak teşhircilik Türk Ceza Kanununa gereği suçtur. Kanunlar cinsiyet ayrımı gözetmeksizin genele şamildir. Toplum düzeninde kişilerin suç işleme özgürlüğü olamaz. Bazı eğitimcilerin ve toplumumuzun temelinden yıkmak isteyenlerin küçük yaştaki çocuklara aşıladıkları “sen özgür bireysin,istediğini yapma serbestliğine sahipsin, kimse sana karışamaz” gibi hastalıklı aşılamaların önüne geçilmelidir. Farik ve mümeyyiz olmayanların ebeveynleri için “aile düzenine karşı suçlar” gereği yasal işlemler süreci işler hale getirilmelidir.
Batılılaşma adı altında batışa doğru gidiyoruz. Sorumsuz sorumluların dikkatine....
(Yayınlanan yazılar, köşe yazarlarının kendi şahsi görüşüdür.)
Turan Ateş
ÖCALAN- DEMİRTAŞ ve BAZI SİYASİLER İÇİN GENEL veya ÖZEL AF
İbrahim Hakkı Gündoğdu
YIKINTILARDAN ‘SOYKIRIM ANITI’ YAPILSIN
Taner Yıldız
TAŞ ATARAK TANKLARI DURDURACAĞINI ÜMİT EDEN ÇOCUKLAR ve ZULME SESSİZ KALAN ZALİM İDARECİLER
Olgun Sert
SOKAKLARDAKİ TEŞHİRCİLİK
Şakir Albayrak
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ÇALIŞMALARINA DAİR
Hasan Topçu
BEN BU KÖYÜN NAMUSUYUM
Fuat ÖZGEN
BİZE ASIM’IN NESLİ GEREK
Saniye Altakhan
MAÇI İZLEDİM
Serpil Başer
UYANSANA ANNEM
Ali Çetinkaya
ASKER SAİME (MÜNEVVER SAİME ASKER HANIM)