Bütün canlılardan çiftler, bir grup insan Nuh Peygamberin çağrısına uyarak gemide yerlerini aldılar. Balık binmedi gemiye. Neden binmiyorsun denildiğinde ise gemide insanlar var. Onlar beni zıpkınla avlamak istediler canımı zor kurtardım. Güvenmiyorum onlara dedi ve binmedi gemiye.
Güvensizlik bu günün eseri değil elbet- Peygamberimizin hadisinde; Nehrin öbür tarafındakilere dokunmayınız." dediği halde, Emevi Halifesi YEZİD in komutanı Türkistan beldelerinde canınıza dokunmayacağız dediği halde, binlerce Türkü kılıçla doğrayıp çukurlar doldurduğu o tarihlerde büyüdü güvensizlik.
Hileler, yalanlar aldı başını, bir dağ oldu büyüye büyüye. Zaman geldi aşklar bile yalan oldu. Güven küçüldü, güvensizlik yürüdü. Yoksuldu memleket. Çlışın, uğraşın vergiler çoğalsın, memleket kalkınsın dedi yönetenler. Onlar zenginleşti, memleket hala yoksul. Kandırıldıkça azaldı güven.
Yargıda reform, eğitimde reform, ekonomide reform sözleri bizim kuşakta elli seneyi aşkın hafızalarda duruyor. Her reform adaleti biraz daha zedelerken, her reform eğitimi bir adım geriye götürürken, her ekonomik reform biraz daha fakirleştirdi bizi. Mesela ev sahibi olmak bir hayal ülke nüfusunun yarısından fazlasına. Zenginlere kiracı olur ancak. Çocuklarını okutmak için bir işten aldığı maaş yetmez. Ek iş yapacaksın. Araba almak nerde o günler. Yirmi yaşından küçük araba yanına yaklaşamazsın. İki anahtar vaad edenler oldu bu millete, Kendileri şimdi Boğazda yalıda oturuyorlar lüks içinde. Millet hala ekmek derdinde.
Savaşlarımız oldu elbet, Yenilgiler zafer diye anlatıldı millete. Düşmanı boynumuza kılıcı indirirken anladık zafer mi? hezimet ? Güven eriye eriye su oldu aktı. Avrupa birliğine sokacağız diye yıllarca hikayeler anlattı politikacılar. Ekonomi düzelecek, insan hakları gelişecek, refahımız artacak, çocuklarımıza zengin, mutlu bir ülke bırakalım çalışın, uğraşın dediler, oy istediler. Çlıştık, vergi verdik en yükseğinden. Oy istediler verdik. Onlar zenginleşti, biz fakirleştik. Güven eridikçe eridi.
Kimilerinin başka vaadleri de vardı. Terörü bitireceğiz dediler, binlerce vatan evladını teröre kurban verdik. Bitirmek şöyle dursun, küçük bir örgüt büyüye büyüye neredeyse devlet olma aşamasına geldi. Bir diğer örgüt sinsice devlete sızdı kendi uçaklarımızla bizi bombaladı, kendi tankımızın namlusunu bize doğrulttu. Artık yalanlara alıştık mı ne? Aldırmıyor toplum. Tepkisizleşti. Devletin kaynakları birilerinin ceplerini doldururken, diğer kesim karın doyurma mücadelesinde neredeyse yenik düştü.
Aldatmak prim yapınca, bazı kesimler de boş durmadı elbet. Hocası dinle kandırdı, tarihçisi inkarla yalanla. Ticaret erbabı çek le senetle. Yazarı, çizeri de geri kalmadı hani. Elinden geleni yaptı toplumu kandırmak için.
Toplum bilimci, filozof CARL SAGAN diyor ki: Tarihin bize öğrettiği en acı şeylerden biri şudur: Eğer yeterince uzun bir süre kandırılarak bir şeylere inandırılmışsak, bu kandırılmışlığın kanıtlarını reddetmeye yatkınlaşırız. Artık doğru olanı bulmakla ilgilenmez oluruz.Yapılan kandırma bizi eline geçirmiştir. Bunu kendimize bile itiraf etmek artık fazlasıyla acı verici olacaktır.
Toplum kandırıldıkça adeta bağışıklık kazanırken aldanışa, Aldatanlar, kandıranlar da ustalaşırlar tabiki. artık öyle ustalaşmışlardır ki: İyilik ve aydınlık tanrısı olan Ahura Mazda nın adamları gibi görünürler ve Onun için çalıştıklarını söyleselerde, aslında karanlıklar tanrısı olan Ehrimen nin adamlarıdırlar. Ehrimen, yanlız karanlıkların değil, kötülüklerin, zulmün, belanın, hilenin ve ateşin tanrısıdır. Esrarlı ve bilgiç tavırlarıyla insanlara yaklaşırlar ve "sizin bilmediğiniz şeyler var" derler.İnsanlar da onların gizli bilgilere vakıf olduklarını ve iyilik tanrısının hesabına çalıştıklarına inanırlar.Hatta onlara korku ve sevgiyle karışık saygı da duyarlar. Bu aşamalardan sonra dalkavukluk ve zamanın adamı olma eyilimi taşıyan söz ustaları toplumu yalan ve inkar bombardımanına tutarlar. Tolum şaşırır. Kime inanacağını, kimin sözü doğru kimin sözü yalan bilemez hale gelir. Güve artık sözlüklerde kalmış bir kelimedir.
Yalan gerçek adeta birbirine karışmışt
Yalanla gerçek bir gün karşılaşmışlar. Yalan gerçeğe demiş ki: Bu gün hava ne güzel. Geçek şöyle bir havaya bakmış. Hava gerçekten çok güzel. Beraber gezmeye çıkmışlar. Bir kuyunun yanına gelmişler. Yalan gerçeğe demiş ki: su ne kadar güzel. Gerçek şöyle bir suya bakmış, elini suya sokmuş, hakikaten çok güzel. Yalan gerçeğe dönmüş hadi seninle suya girip yıkanalım. Soyunmuşlar, suya girmişler. Biraz sonra yalan bir punduna getirip, sudan çıkmış, gerçeğin elbiselerini giyerek oradan kaçarak uzaklaşmış. Gerçek peşine düşüp kovaladıysa da yakalayamamış yalanı. Çıplak bir şekilde insanların arasında dolaşmaktan utanıp kuyuya geri dönmüş. Yalan ise gerçeğin elbiselerini giyerek insanların arasına karışmış. Ozamandan beri yalan gerçeğin elbiseleriyle insanların arasında dolaşmaya devam etmekte.
İnanıyoruz ki yalanla gerçek birgün tekrar karşılaşacaklar. Umarım bu sefer gerçek elbiselerine sahip çıkar. Güven tekrar oluşur. İşte o zaman her şey düzelecektir.
(Yayınlanan yazılar, köşe yazarlarının kendi şahsi görüşüdür.)