Bugün siz değerli okuyuculara merhaba derken; gün ne elimdir ki, bundan 24 yıl önce, 26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında 600’ü aşkın soydaşımızın Ermeni çeteleri tarafından toplu şekilde öldürüldüğü, yüzlercesinin yaralandığı ve bin 275 kişinin rehin tutularak her türlü zulme, işkenceye tabi tutulduğu o karanlık güne denk geldi… Yaşananlar dünya tarihinin en ibret verici zulmü ve insanlık utancı olarak hafızalarda yer edinirken, dünyanın tanıklık ettiği Hocalı katliamı ve benzerleri tarihe birer kara leke olarak geçmiştir…
Peki, bu alçaklık tek midir? Tabi ki hayır!
Takvimler 21 Temmuz 1905 gününü gösteriyordu. Tatlı bir yaz günüydü, hava açık ve güzeldi. O gün padişah her Cuma olduğu gibi yine namazını eda için Hamidiye Cami’ne gelmişti. Yıldız Sarayı’nın kapısından camiye kadar olan mesafe, 400-500 metrelik bir alandı. Cami üç sıra askerle çevrilmiş, Yıldız’dan Beşiktaş’a inen yokuşun sağındaki meydanlığın önü, süvari alayları, arabalı ve yaya seyirciler de bu süvari saflarının arkasında yerlerini almışlardı. Sultan camiden çıkar çıkmaz etrafında bir kordon oluşturacakları belliydi. Bu arada camii bahçesinde arabalar sıra ile dizilmişlerdi. Hazır hale getirilen suikast arabası (Cehennem Makinası) ise caminin avlusundaki yabancı misafirlerin arabaları arasına bırakılmıştı. Bomba ise arabacı iskemlesinin altına yerleştirilmişti. Şimdi bomba çalıştırılmak için tam 1 dakika 42 saniyelik zamanı bekliyordu…
Peki ya sonra? Bombanın saati doğru olarak ayarlanmasına karşın, bir anlık gecikme sonucu (Hamdolsun!) – gecikmenin sebebinin Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ile Abdulhamit Han Hazretlerinin biraz daha sohbet etmesinden kaynaklandığı belirtilmektedir – hainler hedeflerine ulaşamamışlardı.
Bugün içimizde varlığını idame ettiren ve her daim şerden taraf olanlar gibi, Sultan Abdulhamit’in süikast girişiminden kurtulması hoşuna gitmeyen şair Tevfik Fikret, "Bir Lâhza-i Ta'ahhur" (Bir Anlık Duraklama) adlı şiirinde şu mısraları yazmıştır:
“Ey şanlı avcı, damını bihûde kurmadın.
Attın fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın.”
Ne de aciz ve de zavallı bir haykırış değil mi??? Vefatından sonra Sultan’ın, pişmanlık dizeleri dökülse de kaleminden, ne fayda…
Bu kutlu topraklarda, yüzyıllardır Ermenisi, Kürdü, Sunnisi, Alevisi birlikte sürdürdükleri kardeşlik iklimine hiçbir şer odağı zeval veremeyecektir. Allah vardır, dolayısıyla gam yoktur…
Hocalı katliamı ve Karabağ’ın işgali esnasında şehit olanlar başta olmak üzere, dünyanın dört bir yanında zulme uğrayanların acısını, yüreğinde merhamet barındıranlar gibi, yüreğimin en kutlu yerlerinde hissettiğimi belirtir, bugün Filistin’de, Suriye’de ve tüm mazlum coğrafyada şehit olmuş Mümin kardeşlerime de Cenab-ı Allah’tan rahmet dilerim.
Kalemimiz yazdıkça buradayız… Hüzünlü de olsa, tekrar merhaba…