Advert

“SEN YURT NEDİR BİLİR MİSİN?”

KÜLTÜR - SANAT - 29-05-2023 13:06

“SEN YURT NEDİR BİLİR MİSİN?”

Ayşe nene, rengi kahverengiye çalan, damarları dışarıdan görünen, buruşuk derili, titrek elleriyle iki kök yeşil soğanı sökerken bir yandan da kendi kendine mırıldanıyordu. “Azıcık da marul ekebilseydim şimdi onlar da olmuştu. Dedim Meryem kıza, gel şurada iki peştemal kadar yer daha kazı da atıvereyim tohumu amma nerdee… hanım oldu hepsi hanım… off of” hoş ekse de neyle sulayacaktı ki? Bu bahar sulama kanalına su da vermemişlerdi. Şuncacık soğanı bile evden çektiği hortumla suluyordu. Evin suyu bile yıkımlardan ötürü çoğu zaman kesiliyordu. Elektrik desen hak getire, gündüzleri nerdeyse hiç yok, geceleri idareten veriyorlardı. Bağlığın her bir yanından gelen motorlu testere seslerini duymazdan geldi. Söylene söylene, soğanların topraklı köklerini oturduğu yerde ayıkladıktan sonra, bir eliyle yerden kuvvet aldı, soğanları tuttuğu diğer elini dizine dayayarak, zor da olsa yerinden kalktı. Artık tam olarak doğrultamadığı belini yapabildiği kadar düzeltmeye çalıştı. Öylece bir kaç saniye dizlerinin titremesi geçsin diye bekledi. Yeterince güç topladığına kanaat getirince, bakımsızlıktan yıkılmak üzere olan taş duvara dayadığı bastonunu alıp, evin kapısına çıkan merdivene doğru yürümeye başladı. Bastonuna dayanarak yürüdüğü beş altı adımlık bu mesafe bile onu yormaya yetmişti. Merdivenin ilk basamağına adımını attığı anda ayaklarının arasında emektar kedisi Mestan’ı fark etti. Can arkadaşı her zaman olduğu gibi yine onu yalnız bırakmamıştı. Mestan ona rahmetli kocasının yadigarıydı. Onbeş sene önce, daha gözleri bile açılmamıştı bulduklarında. O aslında istememişti ama çok sevdiği eşinin ısrarına dayanamayıp, bahçede beslemeye razı olmuştu. Eşi ile Mestan arasında çok güçlü bir dostluk gelişmiş, birbirlerine baba oğul gibi bağlanmışlardı. Camiye, kahveye, bağa-bahçeye birlikte gidiyor, eve birlikte dönüyorlardı. Çok sevdiği kedisinin sapsarı tüylerini uzun uzun tarar, sanki onu anlıyormuş gibi sohbetler ederdi. Soğuk kış geceleri karısından gizli eve alır, yatağının altındaki çamaşır dolu leğende yatmasına izin verirdi. Sabah bu durumu fark eden karısı, yalancıktan biraz kızar, karnını doyurup öyle salardı bahçeye. Yaşlı adam günlerce hasta yatağında yatarken Mestan bir an olsun başucundan ayrılmamıştı. Canından öte tuttuğu eşinin son nefesinde kendine emanet ettiği Mestan o günden sonra Ayşe nenenin nefesi, can yoldaşı olmuştu. Kadıncağız onda kocasının, Mestan’da yaşlı kadında sahibinin hasretini dindiriyordu. Mestan, uzun tüylü sarı kuyruğunu yaşlı kadının bacaklarına dolayarak, başını ona doğru dikti. Sanki hatırını sorar gibi, gözlerini hafifçe kapatarak “mıırrr” diye mırıldandı. “Mestaann, sen misin oğluumm.. kurban olurum seni verene oğluumm.. acıktın mı seen, hadi gidip karnımızı doyuralım..” Ambarın önündeki çardağa, katlayıp kenara koyduğu eski çul kilimi serdi. Dizlerinin üzerinde eğilmiş, titreyen ellerini, rengi uçmuş, kenarları pörsümüş kilimin üzerinde gezdirirken, biran maziye, taa elli yıl eskiye gitti. Bu kilimi dokuyup bitirdiği gün geldi gözünün önüne. Tıpkı bugünkü gibi sermişti ambar kapısına ve üzerinde güzel bir sofra kurmuştu da eşi görünce ne çok sevinmişti. Eş dost ne kalabalık sofralarda buluşmuşlardı bu kilimin üzerinde, ne hoş sohbetler edilmişti sayısız kez. Önce evatlarının beşikleri aşındırdı ipliklerini, sonra geçip giden uzun yıllar. Şimdi kaldırıp silkelemeye bile güç yoktu yorgun kollarında. Yıkıntıların tozlarından sakınabilmek için akşamları katlayıp kaldırıyordu kenara, sabah yeniden seriyordu. En az çul kilim kadar yaşlı olan tahta sofranın üzerini, getirdiği iki üç parça kahvaltılık ve bostandan söktüğü yeşil soğanlarla donattı. Mestan çoktan sofranın kenarındaki yerini almıştı bile. “Az daha sabret oğul, senin yemeğini de getiricem şimdi, çok mu acıktın seenn” İki büklüm belini doğrultmaya çalışarak, tekrar gitti mutfağa. Ocağın üzerinde duran demliği ve Mestan’ın tabağını alıp, ambar kapısında hazırladığı sofrasına götürdü. O esnada birinin bahçe kapısını açıp içeriye girdiğini farketti. Uzağı seçemeyen gözlerini iyice kısarak “Kim ooo” diye sordu. “Ezee benim Sefaa” Son zamanlarda yanına uğrayıp halini hatırını soran tek kişiydi Sefa. Çocukluğundan beri karşı bayırlarda keçi çobanlığı yapıyor, ağılın yanındaki derme çatma kulübede yaşıyordu. Hayatı ilçeden uzakta çobanlık yaparak geçmişti ama o bundan asla şikayetçi değildi. Ara sıra indiği ilçede çok sevdiği dostlarına uğrar, onlarla vakit geçirir, sonra tekrar keçilerinin yanına dönerdi. Nüktedan kişiliği sayesinde herkes onu tanır ve severdi. Keçilerini satarak kazandığı parayla kimseye muhtaç olmadan geçinip gidiyordu. Elinde asası, göğsüne düşen bembeyaz uzun sakalı ve derine düşmüş keskin bakışlı gözleri ile herkesten farklıydı. Karı koca yetim büyüyen Sefa’yı çok severlerdi. Eşi zaman zaman Sefa’yı kolundan tutup, zorla eve getirir, saatlerce sohbet edip kahkahalarla gülerlerdi. Yaşlı adamın vefatından sonra da ziyaretlerini hiç aksatmamıştı.

Advert
Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Hasan Topçu'nun yeni şiir kitabı yayınlandı

Hasan Topçu'nun yeni şiir kitabı yayınlandı

17-12-2023 - KÜLTÜR - SANAT

10 KASIM ATATÜRK'Ü ANMA GÜNÜNDE SAGÜSAD'DAN SERGİ

10 KASIM ATATÜRK'Ü ANMA GÜNÜNDE SAGÜSAD'DAN SERGİ

06-11-2023 - KÜLTÜR - SANAT